Xəbər lenti
Gölgelerde - Mine Sarmış
Mine Sarmış
Bir sandalyenin dibinde bağdaş kurmuş oturuyordu.
Önünde duran çorba kasesine kaşığı daldırdı.
Karıştırdı...karıştırdı... ve tekrar...tekrar.
Yemeden doymuştu sanki o kaşığın her inişinde.
Diğer elinde sıkıca tuttuğu ve parmaklarıyla işaret bıraktığı kitap...unutup unutup tekrarladığı satırlar.
Kelimeler sanki isyan ediyordu.
Kaşığı, boğulurcasına bıraktı çorbaya.
Ve şöminenin ateşini karıştırıyor buldu kendini.
Arada bir de duvara yansıyan gölgesine bakıyor ve bu da kim diyordu.
Dayanamadı sordu...
-Sen de kimsin?
Gölge;
- Hiç kıpırdamadan sessizce derinden bir nefes gibi;
Ben...ben senin gölgen dedi.
İnsan;başını omuzlarına yaslayarak...
Bir hayli bitkin...güçsüzlükten gözlerini kısarak, sessiz bir dille...
titreyen elleri, vücudu,vdudaklarına konuşma izni vermeden, gözleriyle soruyordu.
-Senin de için yanıyor mu benim gibi?
Ya da üşüyor musun?
Ağlar mısın?
Ruhunun kanaması leke yapar mı?
Karanlıkları mı seversin hep?
Acıyı, tatlıyı, mutluluğu, sabırı bilir misin?
Unutamadığın gölgeye, beni unutma mı dersin?
Ben sana şiir yazarken sen başkasına mı hediye edersin benim şiiri mi?
Unut
Deli sorular eşliğinde, sessiz çığlıkların var mıdır?
Gölge;
Ne diyeceğini unuttu bir an....Ve sonra toparladı cevapladı insanı.
-Ben, ben senin yansımanım. Her hareketini taklit ederim ama, bir tek içindekileri anlatamam.Onları sen yaşıyorsun.
Şu an ki yansımam, önünde soğutulmuş ve içilmemiş bir tas çorba, bir elinde sıkıca tuttuğun kitap, diğerinde de ateşi karıştırıp duran başı önüne düşmüş bir insan.
İnsan; Bu sözlerle daha da yalınlaştı.
Düşündü!
Gölgesi bile onu yaşatamıyor sadece taklit ediyordu.
Gün ışıyınca o da gidecek ve başka karanlıkların gölgesi olacaktı belki de.
Neden?
Ne acımasız bir sürgündü bu...Gün yüzün de yanında görmek istediklerini ne ardında, ne ışığında ne de önünde görememek.
Hayat bu kadar mı acımasızdı?
Zaman mı hayatın, hayat mı zamanın kadranıydı?
Bu karanlık, deli sorular?
Hep karanlık olsa,..Yaşar mıydı?
Gölgem sessizce benimle duvar oyunları oynasa dediği anlar doğru muydu?
Kendi sordu kendi dinledi...
Ama bir de gel...gel içime de sor dedi.
Delilik dedikleri, asla bu değildi.
Delilik, aklının seni düşünmemesiydi.
Kimse bu sesi duymadı bile.
Belki de mevsim sadece, o hücrede hazandı.
Önünde koskoca bir kış vardı.
Günü görebilenlere hayat hep bahardı.
O da, bazılarına hep yasaktı...!
Ruhunun kanamasını akıtıyordu... bir kitaba, bir ateşe, bir de soğumuş çorba kasesine.
Yüzde yetmişi su olan bir insanın, suyu asitleşmiş bir akıştı onunkisi.
Ve her damlada yüzüne patlıyordu hücre bombaları.
-Derinleşen çizgilerini, canından akan harçla doldururken, bir sessizlik sanki ana rahmini paçalarcasına, bin bir acıyla doğurtulmaya çalışılıyordu...
Adı konulamamış, dilsiz bir bebek...!
Oysa, oysa içeride ne çok mutluydu.
Şimdi nasıl büyüyecekti?
Ona da kederden biçilmiş, bir kader mi giydirilecekti?
Soğuktu!
Çok da sıcaktı...
Hem Üşüyor hem de yanıyordu.
Bu kadar hızla yanan ateşle ısınmak ve üşümek şokuyla...
Çok, çok derin bir yerde...Heceleri ve geceyi törpülüyordu birer birer.
Gölgesiyle bakıştı...!
Bir kaç damla daha sessizce açtı tomurcuklarını.
En ağır işcisinin, nöbet maskesini taktı...
Ve gülümsedi.
Geceyi hiç uyutamadı...
Sabaha daha çok vardı.
Var mıydı?
Bir sandalyenin dibinde bağdaş kurmuş oturuyordu.
Önünde duran çorba kasesine kaşığı daldırdı.
Karıştırdı...karıştırdı... ve tekrar...tekrar.
Yemeden doymuştu sanki o kaşığın her inişinde.
Diğer elinde sıkıca tuttuğu ve parmaklarıyla işaret bıraktığı kitap...unutup unutup tekrarladığı satırlar.
Kelimeler sanki isyan ediyordu.
Kaşığı, boğulurcasına bıraktı çorbaya.
Ve şöminenin ateşini karıştırıyor buldu kendini.
Arada bir de duvara yansıyan gölgesine bakıyor ve bu da kim diyordu.
Dayanamadı sordu...
-Sen de kimsin?
Gölge;
- Hiç kıpırdamadan sessizce derinden bir nefes gibi;
Ben...ben senin gölgen dedi.
İnsan;başını omuzlarına yaslayarak...
Bir hayli bitkin...güçsüzlükten gözlerini kısarak, sessiz bir dille...
titreyen elleri, vücudu,vdudaklarına konuşma izni vermeden, gözleriyle soruyordu.
-Senin de için yanıyor mu benim gibi?
Ya da üşüyor musun?
Ağlar mısın?
Ruhunun kanaması leke yapar mı?
Karanlıkları mı seversin hep?
Acıyı, tatlıyı, mutluluğu, sabırı bilir misin?
Unutamadığın gölgeye, beni unutma mı dersin?
Ben sana şiir yazarken sen başkasına mı hediye edersin benim şiiri mi?
Unut
Deli sorular eşliğinde, sessiz çığlıkların var mıdır?
Gölge;
Ne diyeceğini unuttu bir an....Ve sonra toparladı cevapladı insanı.
-Ben, ben senin yansımanım. Her hareketini taklit ederim ama, bir tek içindekileri anlatamam.Onları sen yaşıyorsun.
Şu an ki yansımam, önünde soğutulmuş ve içilmemiş bir tas çorba, bir elinde sıkıca tuttuğun kitap, diğerinde de ateşi karıştırıp duran başı önüne düşmüş bir insan.
İnsan; Bu sözlerle daha da yalınlaştı.
Düşündü!
Gölgesi bile onu yaşatamıyor sadece taklit ediyordu.
Gün ışıyınca o da gidecek ve başka karanlıkların gölgesi olacaktı belki de.
Neden?
Ne acımasız bir sürgündü bu...Gün yüzün de yanında görmek istediklerini ne ardında, ne ışığında ne de önünde görememek.
Hayat bu kadar mı acımasızdı?
Zaman mı hayatın, hayat mı zamanın kadranıydı?
Bu karanlık, deli sorular?
Hep karanlık olsa,..Yaşar mıydı?
Gölgem sessizce benimle duvar oyunları oynasa dediği anlar doğru muydu?
Kendi sordu kendi dinledi...
Ama bir de gel...gel içime de sor dedi.
Delilik dedikleri, asla bu değildi.
Delilik, aklının seni düşünmemesiydi.
Kimse bu sesi duymadı bile.
Belki de mevsim sadece, o hücrede hazandı.
Önünde koskoca bir kış vardı.
Günü görebilenlere hayat hep bahardı.
O da, bazılarına hep yasaktı...!
Ruhunun kanamasını akıtıyordu... bir kitaba, bir ateşe, bir de soğumuş çorba kasesine.
Yüzde yetmişi su olan bir insanın, suyu asitleşmiş bir akıştı onunkisi.
Ve her damlada yüzüne patlıyordu hücre bombaları.
-Derinleşen çizgilerini, canından akan harçla doldururken, bir sessizlik sanki ana rahmini paçalarcasına, bin bir acıyla doğurtulmaya çalışılıyordu...
Adı konulamamış, dilsiz bir bebek...!
Oysa, oysa içeride ne çok mutluydu.
Şimdi nasıl büyüyecekti?
Ona da kederden biçilmiş, bir kader mi giydirilecekti?
Soğuktu!
Çok da sıcaktı...
Hem Üşüyor hem de yanıyordu.
Bu kadar hızla yanan ateşle ısınmak ve üşümek şokuyla...
Çok, çok derin bir yerde...Heceleri ve geceyi törpülüyordu birer birer.
Gölgesiyle bakıştı...!
Bir kaç damla daha sessizce açtı tomurcuklarını.
En ağır işcisinin, nöbet maskesini taktı...
Ve gülümsedi.
Geceyi hiç uyutamadı...
Sabaha daha çok vardı.
Var mıydı?
Xəbəri paylaş
Çox oxunanlar
Son yüklənənlər
Axtarış
Reklam
İqtisadiyyat
Yazarlar
Sevinc QƏRİB
KƏRAMƏT
KƏRAMƏT
Emil Rasimoğlu
KƏRAMƏT
Aydın Canıyev
Aydan Ay
Sorğu
Portalımızı dəyərləndirin.
Çox oxunanlar