Sizin Reklam Burada
Xəbər lenti
06-02-2025
BÜTÜN XƏBƏRLƏR

Ömrümün en uzun gecesi

Tarix: 07-02-2025 13:15     Baxış: 354 A- / A+
  
Zümrüt hanım eşi Mülayim’i kaybettikten sonra onun yokluğuna alışamamış olmasının getirdiği sıkıntılar dan bir türlü kurtulamamış. Huyu değişmiş, kendi kendine konuşmalara başlamıştı.
Bu gece diğer geceler gibi değildi. Bir farklı idi her şey.
Of of. Yalnızlık Allaha mahsus derler, derler de benimki yalnızlık değil ki düpedüz terk edilmişlik.  Ah Mülayim Bey ah. Bütün kabahat sende. Hani söz vermiştin ‘Zümrüt Hanım sana yemin olsun ki seni bir daha bırakıp gitmeyeceğim demiştin.’ Ne oldu? 
Neden sözünü tutmadın? 
Neden bırakıp gittin?

Beraber yaşlanmanın hayallerini kurmuştuk hani! Hatta hatırlar mısın bilmem, beraberce aylar sürecek bir dünya turuna çıkacaktık. Bütün bunları ne zaman gerçekleştirdik ki ansızın gitmeye kalktın.
Hasta bile olmazdın, sağlıklı bir adamdın. Birdenbire, ansızın ‘Ben gidiyorum Zümrüt’ deyip oracığa yığıldın.
Biliyor musun önce şaka yapıyorsun sanmıştım. Yine ilgi istiyor hınzır diye içimden gülmüştüm. Hep böyle yapardın sonra gülücükler saçarak uyanır gelir bana sarılırdın.
Bana korkma derdin, apartmanda arkadaşlarının birinin bile kocası hayatta değil. Âmâ sen şanslısın bir sürü bayan arkadaşın var, nasıl ki onların canı sıkılmıyor senin de sıkılmaz her gün yine bir araya gelir laflar durursunuz
Sen zannediyorsun ki komşularla çalıp oynuyorum, günümü gün ediyorum. Komşular gelmezse de çocuklar beni yalnız bırakmaz diye düşünüyorsundur. Benim yalnızlığı sevmediğimi, korktuğumu sen olmadan benim yarım kalacağımı bile bile gittin.
Gece yatakta nefesinin sesini duymazsam uyuyamayan ben şimdi varlığının, yokluğuyla ne yaparım sanıyorsun. 
Soğuk günlerde bana sarılışını aramam diye mi düşündün. Ya ince uzun parmaklarınla elini saçlarımda gezdirdiğin zaman bana verdiğin huzuru nasıl unutayım.
Ölmek böyle bir şey mi? Bir veda etmeden gitmek midir?

Gittiğinden beri Apartman boşaldı Mülayim Bey. Bizim üst katımız da oturan Zehra’yı bilirsin, çocukları annemiz alzheimer oldu dediler önce hastaneye sonra da bakım evine yatırdılar.
 Alt katımızda oturan Aysel de kalbinde pille yaşamaya başladığından beri eve uğramaz oldu. Apartman yöneticiliği yaptığın zaman apartmanın adını koyduğun Zümrüt değilim artık. Kahvaltıdan sonra, pencere kenarın da beraberce oturup içtiğimiz kahvelerin unutulmaz tadını hatırla. 
Artık, sen olmayınca Bir fincan acı kahvenin bile tadı kalmadı be Mülayim. Niye gittin ki?
Bak görüyor musun yine acı kahve dedim değil mi?

Tuzlu kahve demem lazımdı. Ah be Mülayim sırf adetten diye beni istemeye geldiğiniz zaman kahvene tuz koymuştum, hiç bozuntuya vermeden içmiştin, sonra dönüp Zümrüt Hanım en çok buna şaşırdım benim tuzlu kahve sevdiğimi nereden biliyorsunuz demiştin.
Beraberce geçen 50 yıl boyunca bende sen seviyorsun diye kahveni hep tuzlu yapmıştım Hani bir gün bana dönüp de sana bir şey itiraf edeceğim deyip açıklamasaydın hep tuzlu kahve içmeye devam edecektin öylemi? 
Sırf ben üzülmeyeyim diye sen kalk 50 yıl boyunca tuzlu kahve iç. Mecnun bile Leylasını böyle sevmiş midir ki?
Hani bir gün sen evde yokken bana arkadaş olur diye getirdiğin muhabbet kuşu vardı hatırladın mı? Kafesini yarın alacağım bugün özgürce hayatın tadını çıkarsın, uçsun evin için de doyasıya demiştin. O gün başımıza, elimize konmuş gecemize ışık olmuştu, yaramaz. 
Sonra beraberce ona isim aramıştık mavi beyaz tüyleri ile ne sevimli idi. Ben ona hiçbir ismi yakıştıramazken, bir ara ‘Zümrüt gel buna kalender diyelim’ demiştin ya işte kalenderde gitti senin arkandan o da yalnız bıraktı beni.
Tabi ya bu benim neden aklıma gelmedi ki?

Yaşasın buldum. Hepsi burada işte Mülayimin yazdığı mektuplar, çocukların yazdıkları hepsi burada. Önce hangisininkinden okumaya başlasam acaba? Mülayimin mektuplarından başlamak en iyisi. Ayıp olmasın.
Bak gördün mü Mülayim çocukların mektuplarını bir kenara koydum önce senin bana yazdıklarını okumaya başlıyorum.
Kaç yıl geçti aradan acaba, bu mektupları bana yazalı. Aman açar bakar okuyunca anlarım.
‘Ah Zümrüt’üm, Ah yaşam telvesi katran karası yanım. 
Bağrı yanık Mülayim’in türkülerinin susuz dili. 

Sen ben ve yine sen. 
Biliyor musun; sensiz hayat hüzünlü bir fotoğraf karesi gibi. Fotoğrafına bakıp seni yüreğime sığdırmak bu şehri kucaklamaktan daha zor. 
Bir saatlik uykuya bile hasret, gözlerim.
Bu askerlik bitince beni baş ucundan sakın ayırma. Gözlerin gözlerimde olsun beni bırakma ne olursun.’
Yo hayır daha fazla okuyamayacağım. Her sözü bir bıçak gibi yüreğime saplanıyor bir yanım ağrıyor. Onu şimdiden eskiden olduğundan daha fazla arıyorum.
Biliyorum benimki yalnızlık değil. Sabrım tükenmez belki beklemekten, ama, ömrümün tükenmesine bir çare bulamıyorum.
Deliriyor muyum ne?
Demek yalnızlık böyle bir şey. İnsan kalabalık içinde bile tek başına olduğunun farkında olmuyormuş. 
Ah Mülayim ah. Şair ne demişti giden memnun ki yerinden dönen yok seferinden. Sen hiç öyle bir adam değildin. Ne zaman bir yere gitsen falanca saatte evde olurum diye söylerdin.
Demek bu gidiş farklıydı.
Saçma bulacaksın biliyorum. Sen gittikten sonra uzun bir müddet hep gelecekmişsin gibi bekledim seni.
Sen gelmeyince bir akşam duyduğum bir sesle kapıyı açtığım da sarı yavru bir kedinin geldiğini gördüm. Bir an durdum düşündüm Mülayim kendi yerine bunumu gönderdi diye, 
Aldım içeri, tabi yedirdim içirdim onunla sen varmışsın gibi güldüm eğlendim.
 Hiç unutmam bir mart günü kaçtı evden inanabiliyor musun? Beni yalnız bırakan sadece sen değilsin bilesin istedim.
Her şey üst üste gelince, ne olur Tanrım beni yalnızlıkla sınama diye oturdum ağladım.
Kaç kez torunu görmek için oğlanın yanına gittik de ancak birkaç gün dayandık. 
Bana rahat edemiyorum Zümrüt evimi arıyorum dedin durdun. Şimdi gittiğin yerde rahat mısın? Gelirsin diye beklemeyeceğim artık haberin olsun.
Şansa bak bu mektupta büyük oğlandan gelmiş. Bakalım ne yazmış.
‘Anacım, sana çok kırgınım. Ne o öyle geçen hafta gecenin bir yarısı telefonla arayıp doğum günün kutlu olsun Kâmil diye uykudan uyandırmalar. Hadi ben neyse de gelinin Zeynep başımın etini yedi.
Gecenin bu vakti aranır mıymış, gündüzler çuvala mı girdi falan dedi.’
Çocuklar edepsiz kedi kadar bile olamadılar O yine 2 ay sonra yavruları ile çıktı geldi de. Bunlar torunları alıp gelmeyi bile akıl edemiyorlar Mülayim.
Gece sabaha karşı doğan sensin bende sürpriz olsun diye seni doğduğun saatte arayayım dedim.
 Lafa bak bana kırgınmış. Ya ben seni büyütürken gece gündüz demeden uykumun en tatlı yerinde beni uyandırdın diye hiç kırıldım mı? Hiç kızdım mı sana?
Okurken baban dan gizli gizli sana para gönderdiğim de Ah anacım benim ince düşünceli meleğim derdin. O zaman ince düşünceli olan ben şimdi neyi fazladan yapmaya çalıştım ki?
Biliyor musun sen evlendikten sonra değiştin. Yanarım yanarım da huyunun değiştiğine yanarım oğlum.
Ama üzülme bir daha aramamak için söktüm attım telefonu.
Biliyorum o orada oldukça elimin altında olursa arayacağım tutar. Ne me lazım benim hassas oğlum.
Ah oğlum ah, sen uyuyasın diye ayağımda salladığım günler aklıma geliyor. Nereden bileceksin yüzüme baktıkça gülücükler verdiğin günleri ve her gülüşüne kelebekler konsun diye ettiğim duaları. Ömrümü senin saçının teline bağladığımı nereden bileceksin.
Mülayim bak bu kez şans kızımız Leylaya güldü bakalım o neler yazmış.
Hatırdın mı? Hani sana bir gün gördüğüm rüyayı anlatmıştım. Âmâ dur önce sana o akşamki rüyamı yeniden anlatayım sonra da mektubu okurum.
Şimdi rüyam da bir yer sofrasın da oturmuşuz. Ortada koca bir tencerede domatesli bulgur pilavı var, yanında da cacık. Hepimiz elimizdeki tahta kaşıklarla girişmişiz pilava.
Göz ucuyla seni ve çocukları kontrol ediyorum sen yemiyor bir oğlana bir de kıza yediriyorsun, arada bir ağzına bir kaşık atarsan ne ala. İşte böyle bir şeydi be Mülayim, neyse ben kızın mektubunu okuyayım.
‘Canım Annem, lafı fazla uzatmadan mevzuya gireyim istedim. Mutsuzum anne, iki çocukla götüremiyorum artık. Benimki durmadan içiyor gelen haberlere göre kumar da oynamaya başlamış diyorlar. Borç içindeyiz be anne. Gel inat etme oturduğun evi satalım seni de yaşlılar yurduna yerleştirelim ha ne dersin? 
Sonra senin daha çok ziyaretine gelme şansımız olur. Bizim de elimiz dardan kurtulur.’
 Mülayim, bunlar benim çocuklarım mı yoksa yanlışlıkla hastaneden başkasının çocuklarını mı aldık geldik.
Biliyor musun aslında üzüldüğüm bir konu var. Leyla doğruyu söylemiyor. Sanırım kocasından korkuyor. Beni bu kadar sıkıştırmasından anladığım kadarı ile kocası sürekli baskı kuruyor olmalı. İnşallah fiziksel hareketlere de maruz kalmıyordur. Hoş kalsa da leyla bana bunu asla söylemez.
Diyemiyorsun ki kızım bu kadar çile çekmene üzülüyorum, Bir sıkıntın varsa devam ettiremiyorsan bırak gel. Burası senin de evin sayılır beraberce yaşarız. Diyemiyorsun işte. Ana olarak ben bunu nasıl söylerim.
Biliyorum öyle bir şey yapacak kadar cesur olsa hep birlikte mutlu mesut yaşardık. Bende yalnız kalmazdım.
Daral geldi vallahi, nasıl bunaldım anlatamam. Ölmeden mezara koyacaklar bunlar beni. Bunlar kendilerini hiç yaşlanmayacakmış ve hiç yalnız kalmayacaklarmış gibi mi düşünüyorlar.
Ah be çocuklar yaşamadan hiçbir şey öğrenilmiyor. Annelik zor zanaat. En iyisi bir kahve yapıp içmeli.
Biliyor musun Mülayim! Kabahat hem bizde hem de bizde değil aslın da. Niye dersen ben anne, sen baba olduğun zaman ikimiz de çocuk yetiştirmeyi bilmiyorduk, daha doğrusu ne senin babalık tecrüben ne de benim annelik tecrübem yoktu. Ne gördüysek ne duyduysak onları uyguladık. Hata yapmadık mı? Bana sorarsan o kadar çok hata yaptık ki.
 
Düşünüyorum da Leylayı daha iyi yetiştirdik sanıyordum. Oğlanı yetiştirirken yaptığımız hataları yanlışları Leylada yapmamaya çalıştık. Ortaya ne çıktı dersin? Oğlan içine kapanık, kız şımarık oldu.
Leyla’nın şımarıklığından eser kalmadı ama oğlanın karakteri değişti. 
Ne büyük hata yapmışım yarabbi. Zamanın da çocukların poposuna vuraymışım ya, Geç kaldın Zümrüt, şimdi sen dizlerini döv artık.
Ah Mülayim, gittiğine mi yanayım yoksa bunların beni sık boğaz ettiğine mi yanayım. Konuş hadi. Konuşamazsın tabi. Baktın olmuyor yapamıyorsun çektin gittin.
Gidince ne oldu biliyor musun? 
Bir akşam dış kapı tırmalanmaya başlayınca kalktım açtım, Hani şu kaçıp giden kedi vardı ya işte o. Bu kez yalnız da değil ağzına iki tane yavru almış gelmiş, gözlerimin içine baktı. Beni içeri al diyor. Bütün yağlarım eridi inan. Ne yapayım aldım içeriye hemen bir mukavva kutu ayarladım içine bez koydum yavrularla beraber yerleştirdim. 
Sarı kedinin önüne biraz mama ile su verdim. Artık ona Edepsiz diyorum adıyla çağırdığımda yüzüme bakıyor, sanırım oda ismini pek beğendi. 
Biliyor tabi edepsiz olduğunu. 
Bir gün o iki yavrusu da beni anaları gibi terk edip gidecek. Akıllandım artık bağlanmamak için elimden geleni yapıyorum. İçerde alt alta üst üste boğuşuyor koşturup duruyorlar
Alt komşum Aysel bir gün kapımızı çaldı elinde bir tencere silme helva.
‘Komşum sen şimdi bu acı ile yapamazsın diye düşündüm bari helvasını ben yapıp götüreyim diye kalktım yaptım. Artık gelen giden olur ikram edersin.’ dedi.
Ne düşünceli komşumdur Aysel. Âmâ ne gelen oldu ne de giden tam on gün boyunca helvanı tek başıma ben yedim.
Biliyorum, sen şimdi diyeceksin ki, ne zoruna o kadar helvayı tek başına yedin ki? Diyeceksin.
Haklısın tabi, ben yalnızlıktan, can havli ile ne yaptığımı biliyor muyum sanıyorsun.
Aaa Mülayim bana yazdığın bu mektubu daha önce neden görmedim ki? Hayret ne yazmış ki?
  ‘Sevgili Zümrüt yazdığım bu mektubu bulduysan eğer, artık yalnız ve tek başınasın demektir. Seni ilk gördüğüm zaman mevsimler değişmişti, çiçekler zamansız açmıştı. Sonra ne yaz geldi ne de kış, sanki bütün mevsimler ilk bahardı inan.
Sen bilmezsin o zamanlar benim hiçbir B planım olmamıştı Tek bir planım vardı o da seni sevmek.
Dün gece oturdum uzun uzadıya seni seyrettim seni aklıma ve yüreğime yazmaya çalıştım. Yüzünü hatırlamak adına ezberlemeye çalıştım. Nereye bakarsam seni göreyim istedim. Senden habersiz bazı günler deniz kenarına koştum. Denizin o hırçın suların da güneşin yerine yosun renkli gözlerine baktım. Sanki batan güneş değil de ufukta güneş ile batan bendim.
Seni, sana nasıl anlatmalıyım bilmem ki. Kelimelerimin iki yakası bir araya gelmedikçe.
Bu gece yüreğinin çıkmaz sokaklarında dolaşıyorum, 
Şu an öyle güzel uyuyorsun ki. Seni seyretmeye doymak mümkün mü?
Papatyaları incitmek adına elime almamaya karar verdim. Karanfiller de artık eskisi gibi kokmuyor zaten.
Sonra baktım, yüreğim de sevilmeyi hak etmiş olanlar kuşlar gibi bir bir ömrümden eksilmeye başladılar.
Artık seni sevmeyi bırakıyorum. Çünkü korkuyorum. 
Yaradan kimi benden daha çok seversen elinden alırım diyor. Belki sen benim gitmeme dayanırsın ama ben yapamam Zümrüt. Sensiz hayat bana göre değil. Penceremin önünde beslediğim kuşlarda artık uğramayı bıraktı.
Varsın mevsimler artık sonbahara dönüşsün. Sadece sen bil ilk baharın gönlüm de saklı olduğunu.
 Her yaşın kendine göre yaşanacak güzellikleri var. Bir yerde okumuştum Şair diyordu ki, Dostlardan kimi sorsam o da gitti diyorlar. Neden diyorum. İyiler önden gider cevabını veriyorlar.
Beni bağışla, ama, insanların sevdiklerini kaybetmemesi için onların önümüz sıra gittiklerine şahit olmamak adına, İyi olup da gitmektense, kötü olup da yaşamalı insan diyorum.
Şemsi Tebriz’e sormuşlar ölüm neden bu kadar korkutucu ve çaresiz bir hastalık gibi bir gün onunla yüzleşmeyi bekleyip duruyoruz.
‘Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmadığını’ diyor.
Kim ne derse desin bir gün yalnızlık herkesin kapısını çalacak. Korkunun da ecele çaresi olmadığını herkes anlayacak.’
Siz bilmezsiniz, Mülayim bu yaşıma kadar beni şaşırtan tek adam olmuştur. Adamın benden önce gitmesi bile şaşırmama sebep olan nedenler biri.
Mülayim ile kırklı yaşlara geldiğimiz de yolu yarıladık bakalım ayağımız nerede taşa takılacak diye sormuştum.
Ertesi günü sen git spor merkezine kayıt yaptır spora başla.
Onu böyle eşofman giymiş hafta da birkaç kez spora gidiyor görünce, hayırdır nereden çıktı bu spor merakı diye sormuştum. Madem sordun gel otur da anlatayım dedi.

‘Sen bilmezsin ancak kartalın kırk yıl sonra yaşam için hayata dönüş mücadelesi vardır. Kartalın ömrü tam seksen yıl sürer. Ancak kırk yaşına geldiğinde, yani yolu yarıladığın da yaşamak adına bir karar vermesi gerekir.
Gagası uzamış, pençeleri sertleşmiş, kanatları kalınlaşmıştır.
Karar vermek zorundadır, ya kuşa kurda alay konusu olur ölür gider. Ya da ikinci hayata merhaba der.
Eğer verdiği karar yaşamaktan yana ise, kayalıklara doğru uçarak, o uzamış gagasını taşlara vura vura kırar. Gaga uzayana kadar hiçbir şey yiyemez. Bir müddet sonra gaga gençliğindeki gibi uzar eski canlılığını alır. Bu kez o hiçbir şey yakalayamaz hale gelen pençelerini yeni gagası ile bir bir sökerek atar. 
Pençelerin de uzaması epey bir zaman alır. Sıra kanatlarına gelmiştir uzayan ve yenilenen pençeleri ile kanatlarını tek tek koparır.
Acılar içinde uzun bir zaman yalnız kalır, ama o acılı günlerin sonun da kartal artık yeniden doğmuştur ve yaşadığı kırk yılın ikinci baharı olan diğer kırk yılı yaşamaya hazırdır.
Şimdi anladın mı Zümrüt Hanım neden spora yazıldığımı.’
Az daha unutuyordum Hani bir gün bir rüyanı paylaşmıştın sofrada hep beraber bulgur pilavına kaşık sallıyorduk, hatırladın mı? Mutlaka hatırlamışsındır. Ne yaptım biliyor musun rüyanın yorumunu yaptırdım bizim caminin hocasına.
Hoca şöyle yorumladıydı, ölene kadar soframızın bereketli olacağını, sıkıntı yüzü görmeyeceğimizi, benim az yiyip rızkımı çocuklarla paylaşmış olmamı ise ömrümden çocuklara dağıttığım anlamı çıkardığını söylemişti.
­Ben kalabalık bir ailede büyüdüm. Öyle el bebek gül bebek de büyütülmedim hani.
Beni güçlü bir kız olarak yetiştirdiler, bildikleri her şeyi öğrettiler, ama bugün daha iyi anlıyorum ki bir yanım eksik, çünkü yalnızlığa karşı bir savunmam yok.

Her şeyi başarabileceğimi bilmeme rağmen yalnızlığın üstesinden gelemiyorum. 
Oysa herkes gibi benim de hayallerim vardı. Torunlarla beraber yılın bir bölümünü oğlumun yanın da bir bölümünü kızımın yanın da geçirir yalnızlık çekmem diye düşünürdüm. Şimdi beni istediklerinden bile şüpheliyim.
Çocukların haberi yok aslında, bir ara yaşlılar yurduna gittim yerleştim bana 10 metre karelik bir oda verdiler, odamda yalnızdım, belirli saatlerde gelip odamı havalandıran tansiyonumu ölçen insanların dışın da kimse yoktu, evim yoktu ve yapayalnızdım. Arkadaşlarım da vardı. Benim gibi gelen zorla getirilen o kadar çok insan vardı ki onlarla yakınlaşamıyor ve dostluk kuramıyordum. Her gün olmasa da tanıdığım kişiler burada da ölmeye başlamıştı. Sabah uyandığınızda görevlilerin dostluk kurduğunuz kişilerin ölü vücutlarını sarıp sarmalamış bir şekilde dışarı çıkardıklarını görürseniz siz ne yapardınız. 
Artık acı çekmek istemiyorum odam da oturuyor dışarıyı seyrediyorum. 
Tek bir eğlencem var bulmaca çözüyorum.
 Biliyorum bir gün bana da sıra gelecek ve bende öleceğim en çok üzüldüğüm şey yalnız öleceğimi bilmek yanım da ne çocuklarım olacak ne de sevdiklerim.
 Yalnızlık, tek kelime ve söylenişi ne kadar kolay değil mi? Ama yaşanması o kadar zor ki.
Son bir şey kaldı yapmam gereken. Dur şuradan kâğıt kalem alayım da aklımdakileri yazayım;
‘Sevgili kızım, sevgili oğlum. Ben düşündüm, taşındım yerimin yaşlılar yurdu olmasına karar verdim. En kısa zaman da yerleşmem için lütfen bana yardım edin.
Artık yalnız olmak istemiyorum. Çevremdeki insanlarla beraber onların seslerini ve kokularını hissederek kalan ömrümü tamamlamak istiyorum.
Sevgili Leyla, sevgili kızım yaşamış olduğum evi anılarım nedeni ile satmayı düşünmüyorum Aklını kullan, ev satılıp parası çarçur edilecek ve sonra yeniden umutsuz bir yaşama geri döneceksen yapma. Senin deyiminle kocana yedirme. Gel evde ölene kadar otur ve benim maaşımı da öldükten sonra alarak torunlarımla beraber kendine daha iyi bir yaşam kur.
Bugün bir gerçeği yakaladım, sana da söylemek istiyorum bunu.
 Sevgili kızım, zaman öyle hızlı akıyor ki anlamak mümkün değil. Her şey bir anda sonlanacak kadar hızlı. İnsana verilen emeğin bir ölçüsü, bir fiyatı yok. İnsanoğlu nankör.
Ömrünün sonuna geldiğinde kendine ben bu yaşa ne zaman geldim Ne yaşadım ki diye soracaksın. Geriye dönüp, her şey için bunca verilen emeğin karşılığını sorgulayacaksın
Hayata dair bir plan yapma yaşamını basite indir akışına bırak her şeyi.
Gönlünden sevgiyi ve merhameti asla eksik etme. Bunlar bizi insan yapan kavramlar kızım.
Sevgili kızım, herkes aynı değil, seveni, sevgiden küstüren de var. Küsmüş bir kalbi hayata döndüren de.
Sevgili oğlum, Şair Can Yücel bir şiirin de şöyle diyor.  
Bazen: Hayat yorar insanı.
Şarkılar yorar. Beklemek yorar.
Özlemek yorar Hoş görmek yorar...
Boş vermek bile yorar...
Ve insan susar...
 Her şeye, herkese rağmen. Elinden gelen tek şeyi yapar.
Bağıra bağıra susar.’


Manevr.az




Xəbəri paylaş







Adınız:*
E-Mail:
Şərhiniz:
  • winksmile
    laughing
    angry
Kodu yazın: *
yenilə, əgər kod görünmürsə



Çox oxunanlar




Son yüklənənlər


Axtarış

Reklam

İqtisadiyyat
Media
Ədəbiyyat
İdman
Kriminal
Şou-biznes
Elan
Yazarlar
Təqvim

«    Fevral 2025    »
BeÇaÇCaCŞB
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
2425262728 
Sorğu


Portalımızı dəyərləndirin.



Çox oxunanlar